Yüceltme parodisi

Birincil sekmeler

Sahihlik sıkıntısı yaşayan herkes için “karşıtlık”lar sığınak olur. Yaşadığıyla, dünyada “işgal” ettiği yer’e karşılık gelemeyen herkes sahihlik sıkıntısı yaşar. Ne yazık ki insanın işgal ettiği yerin icbar ettiği bir yaşantı yoktur. Yer, sabırla aidiyet bekler. Aidiyet insanın işgal ettiği yeri korumasıyla mümkün olur. Bu koruma yer üzerinde nefsini tükettiğin nefesle serpilir, nefse ve yerin koruduklarına sirayet eder. Serpilme yetiştirici bir tohum gibi insanı barındıran şefkat bahçesine dönüşür. İnsan bu bahçenin nefasetine nefesini tutar, tutulan nefes dilde yurtlanır; söyleşip bilişilir. Dil şiirleyerek yurt tutar, yurtta tutar. Şiirleme bir duygu durumu değil, bir varlık halidir.

Yer’inde olmayan bir şeyler olduğunda “yer” sıkıntısı, yer bulma telaşı baş gösterir. Varlığını kendi enerjisinden geçiremeyen, başka enerjilerin ortasında bulur kendini. Enerjilerin ortasında kalmak rüçhaniyet, seçkincilik davasına düşürür. Seçkincilik bir “yüceltme” zorlamasıyla iş görür. Yüceltme güç vehmeder. Bu vehim karşıtların enerjisinden güç alır. Yüceltme bu yolla bir değersizleştirme, düşkün görme gereksinimiyle yüz bulur. Böylelikle yapılıp söylenenlere de bir kutsallık, yücelik kisvesi giydirilmiş olur. Bu kisve kutsanmış bir gelenek habercisidir.

Yüceltme geleneğinin içini dolduran, içinde dolaşan aygıtlar, enstrümanlar da yücelik kazanır. Yaşıyorken yaptığınız, yazıyorsanız yazdığınız yaptığınız ve yazdığınız gibi kutsaldır. Birilerinden bir şey istenecekse, ya da birileri bir şey yapacaksa [gözetimde] hep bu karşıtlığını besleyen yüceltme vurgusuyla daimileştirilir. İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, gerçek-yalan vb. gibi edebiyat söylevleri ortalıktadır. Edebiyat, estetik ve sanat bu yüceltmeye ortak edilir. Edebiyat ya da sanatın bir unsuru sayılıverilerek şiir de buna alet edilmeye çalışıldığında şaşırmanın vakti geçmiştir.

Yüce barınakta işler böylece yoluna sokulur bir bir. İnsanın kendini evinde hissetmesi güzel bir şeydir; duvarları örmeniz bitince kafanızın üstüne bir de çatı geçirdiniz mi tamamdır. Haliyle bu kutsal bir yapıdır. Evin dışı Eflatun’un mağarasının dışarısı gibidir.

Kendiyle buluşmanın yegane imkanı giydirilmiş tüm diğerliklerden kurtulmakken, yüceltme sizi “diğerlik”lerin arasına atar. Kazanmanız gereken onca nitelik, giymeniz gereken onca kisve vardır. Olma imkanları standartlaştırılmıştır, hatta ikbaliniz itaatinizle mümkündür. Zannedildiğinin aksine burada “hiç”lik basireti insanı kendine getiren varlık şartıdır.

Yüceltme ister dünyevi, ister uhrevi görünümle iş görsün, her ikisi de bağlısını dünyadan mahrum etmeye dayanır. Oysa Kelam “yerde yeri, toprakta kökü olmayan”ı batıl sayar. Yüceltme metafiziği yerde yeri olmayan köksüz bir metafiziktir. Oysa hakikat yerde yerini ister, toprakta kökünü: “Allah’ın, güzel-doğru bir söz için nasıl bir misal verdiğini görmüyor musun(uz)? Kökü yerde sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel-diri bir ağaç gibi[dir o]; ki, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur. Allah insanlara [işte böyle] misaller veriyor ki, [değişmeyen gerçeği] düşünüp kendilerine ders çıkarsınlar. Ve çirkin bir sözün durumu ise, kökü topraktan koparılmış, bütünüyle kararsız, dayanıksız çürük bir ağacın durumuna benzer.” [Kur’an; 14/24,25,26.]

Ahval böyle zehirli bir ırmak gibi aktıkça karşıtlıkların cazibesinden beslenen büyülü gelenek yüceltmenin varlık iksiri olur. Sık sık duygulu bir tonda “Azizim ne kadar güzel.. Ne muhteşem!.. Ya, yaa..” ya da “Böyle şey görülmemiştir.. Densiz haddini bil!.. Bunca adam akılsızdı da..” vb. ifadelerin dilden döküldüğüne şahit olursunuz. Arada töre cinayetleri işleyip, yerde kendi yeriyle gönül ilişkisine girme istidadı gösterecek gibi olanları üvey evlat muamelesine tabi tuttuğu da vakidir.

Bu muameleye maruz kalanın kendini evde hissetmesi imkanı bulunmamaktadır. Olup biten hüzünle seyredilir sadece. Yüceltme parodisine seyirci olmanın; seyirci kalmamanın yolu kendiyle yalnız kalmanın devrimci yeteneğini işletmektir. Sürüden ayrılmak mümkündür, lakin şimdi kurttan kurtulmanın da bir yolunu bulmak lazımdır.

Etiketler: