Yenilik Edebiyatı

Birincil sekmeler

Enis Batur söylüyor, ben birkaç kendimce can alıcı yeri alıntılıyorum, .. Ama çerçeve budur. Keşke herkes değil ama bilhassa Enis Batur gibi bir şair böyle düşünmeseydi... Neyse, sonraya bırakayım düşüncelerimi, 11 Şubat 2010 Perşembe sabahı ülkemizde bakış budur:

YENİLİK EDEBİYATI

Burada yenilikten anlaşılan, ne hüdainabit, dolayısıyla benzersiz ve biricik olana ulaşılmasıdır, ne de önceki yenilerden hepten kopuş: Tam tersine bir süreklilik zincirinin ilerletici halkalarından birini, pek çok çağdaşımızla tamamlamamızdır.

(…)

Şiirde, denemede, sonra da nesirde yeni bir edebiyat kurduğuma inanmam cüretkâr, ola ki ölçüsüz bulunabilir; suskun ve ikiyüzlü alçakgönüllülüğe yeğlerim. “Onaylanması gerekir” denilecektir, doğru. Şu var ama. Onaylanmasa da olur.

(…)

İki tür yenilik formu olduğunu unutmamalıyız. Devrimci, kopuş noktasını simgeleyen, dönüştürücü yapıtlar ortaya koyanla ilk kümede yer alıyor: Joyce, Pound, Duchamp, Schönberg, Mayakovski ve benzerleri. İkinci kümedeki yenilikçiler evrimci, ileri taşıyıcı, hamleci yapıtlar kurmuşlardır: Faulkner, Beckett, Webern, Pessoa, Calvino, Rilke ya da Char gibi. İkinciler olmasaydı, birincilerle duvara dayanılır, iş bitirilirdi: Öyle ya, Finnegans Wake’den ya da Maleviç’in Siyah Kare’sinden sonra ne yapılabilirdi? Dada’dan sonra?

(…)

Yeni edebiyatın temel zorluğu öteden beri, karşılaştığı genel dirençten doğuyor. Çoğunluğun alışkanlıklarına, eski parametrelere, klasik ve oturmuş değerlere yakın burması, yenilik karşısında kirpileşmesiyle sonuçlanıyor her yerde, her çağda.

(…)

Bizde yenilik, formel düzleme indirgeniyor genellikle. Hiç mi hiç ilgisi yok bugün: Yapılacak, yapılası formel yenilik mi kaldı? XX. Yüzyıl avant-gard’ları o alanı neredeyse tükettiler, son küçük kıpırtılar, bilgisayarın kişisel kullanım yaygınlığı gerçekleştiğinde görüldü, o da bitti artık. Gerçi, eski yenilikleri yeniden pişirip ortaya sürmeye çalışanlar, özellikle periferide, görünmüyor değil; üzücü, hüzün verici girişimler. Ayrıca, aralarında, o “yeni”liklerin “eski”miş olduğunu bilmeyenlerin bulunduğunu biliyoruz. Son on yıl içinde, Türkiye’de kimi gençlerin somut şiiri, görselliği ya da sesselliği keşfettiklerine tanık olduk sözgelimi: Patetik ve patolojik boyutları var böylesi gelişmelerin, ne de olsa tedavülden kalkmış paralar için döviz bürosu açmayı çağrıştırıyor yapılan kimi işler.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 11

‘yukarı’ dedin

Ben kendi adıma hiç şaşırmadım. Enis Batur'un böyle düşündüğünün izlerini gördüğümü, siteye bir süre önce gönderdiğim edebiyat ve süreklilik anlayışıyla ilgili bir tartışmaya çalışmıştım. Tabii asıl şaşırtıcı olan herşeyin nasıl bu kadar da şaşırtıcı olmayan bir şekilde gelişmekte olduğu.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 8

‘yukarı’ dedin

hani insan en azından bu konuda panzehir etkisi yapacak yazılara da ihtiyaç duyuyor. o yüzden zamançuvalı'nın yasakmeyve 28'de yer alan yazısını da .,

Görsel Şiir, şeylerin tarihselliklerini unutan, doğallık yanılsamasının güvenli sularında yaşayan pek çokları için travmatik bir kendine gelme ya da bir başka saçma sapan ‘icat’ olarak görünebilir.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 30

‘yukarı’ dedin

Sabah yazıyı okuduğumda çok değilse de şaşırmadığımı söyleyemem kendi adıma. Tamam bunlar özellikle son zamanlarda kulaklarımızın duymaya gözlerimizin görmeye aşina olduğu tutumlar halini aldı ama, mim’in başlangıcında da belirttiğim gibi bunları bir kez daha yineleyenin Enis Batur olmasını rutin bir şey olarak alamıyorum. ... Kaldı ki bir Enis Batur sevdalısı olmadığım gibi Enis Batur düşmanı da değilim. Mesela aynı ekte Mustafa Şerif Onaran, Akatalpa ve Ramis Dara’ya övgüler düzüyor, buna şaşırmıyorum. ... Ama detaylı görülebileceği gibi Enis Batur (eleştirilere açık olarak) sadece tür olarak bile bunca şey denemişken, sürekli bir yurtdışı bağı olduğu bilinirken, eserlerine bunları yansıtırken, kitaplarının (alıntıları ve söz ettikleri nedeniyle) neredeyse bir kaynakça gibi okunurken, böyle bir bakışı yansıtması şaşırtıcı. Kaldı ki son derece bile isteye yazılmış bir yazı olduğu da belli. Bunu daha başlıktan “Yenilik Edebiyatı” deyişinden itibaren görebiliriz. Yenilik Edebiyatı çok aşina olunan bir şey değil mesela. Edebiyatta yenilik ile Yenilik Edebiyatı’nın aynı şey olmadığını da biliyoruz.(*) “Hüdainabit”ten, görsel şiir yerine “görsellik”, muhtemelen çoksesli şiir yerine “sessellik” demesinden de görebiliriz ya da buna yorabiliriz. ... Üstelik kendisinin yerini belirlerken “onaya ihtiyaç” olmadığını da altını çize çize söylüyor. Diğer yandan bizim edebiyatımızı, şiirimizi geçelim, sadece o birinci grup ikinci grup yenilikçiler ayrımında bile “birinci grup” denilen yenilikçilere yönelik haksız bir tutum da yok mu? Ve de E. Batur bundan “İki tür yenilik formu olduğunu biliyoruz” diye söz ediyor. Ama devamında söz ettiği bu formlar değil, bu formu yaratanlar. Hem neden sadece iki tür yenilik formu olsun, biz de bunu daha baştan kabul ediyor olalım. Yazının pek çok yerindeki didaktiklik burada da geçerli. ... Ve de yazı kendi içinde bir çelişkiler ağıyla da örülü. Örneğin, 37 yıldır kendisinin de bu yenilik edebiyatının parçası olduğunu belirtiyor, keşfedilecek, yapılacak şey çoktur diyor. Ama mimde olduğu gibi, “yapacak bir şey kalmadı” da diyor. Ben hiçbir zaman buradaki gibi “kapalı ve kısır ortamlarda” sıkışıp kalmadım diyor. Ama kitapları bu kapalı ve kısır ortamların okurlarının anlayacağı dilde yayımlanıyor. Ve de hâlâ bir periferi-merkez ayrımı gözetmesi, son on yılda neler olduğunu izliyorum ama bunlar taşra işi, gençler, dünya ölçeğinde olan bitenin de farkında değiller demesi de enterasan. Neden mesela “kimi gençler” yapmış bunları da “kimi şairler” yapmamış? Neden tam da Enis Batur, bunları “bu büyük bilgi birikimiyle” hepsini aynılaştırmak ve toptan yargılamak yerine, madem öyle şurda şu yapılıyor ama buna böyle bakıyorum, bunun dünyadaki uçları şunlardır vs. demiyor… Bunlar ne katar bilemeyiz ama izlemek lazım, neye uç vereceği belli olmaz, demiyor… Belki de kendisinin kadrinin yeterince bilinmediğini hissediyor, yani belki de bir tür acıyla yazıyor bunları. ... Bir de anladığım şu oldu en sonunda. Benim yorumumla: “Yenilik Edebiyatı diye bir şey var, ben ve dünyanın belli yerlerinde, belli yazarlar/şairler bunu yatık, yapıyoruz, içindeyiz.. Sizse yeniliği formellikte görüyorsunuz ve yaptığınız hiçbir şey yeni değil”. ... Son olarak, şu yazının, özünde daha önce burada söz ettiğimiz N. Özer yazısından çok da farkı yok.. Yenilik en çok, yenilik yanlısı olanları korkutur galiba, çünkü en çok onlar bilirler yeninin de bir yenisi olabileceğini, yani aslında sıradan olmayan bir bakışla “ele avuca sığmaz tarafları”nı sanatın. Hem bu bir yandan okur’a da haksızlık.. Onun da yarınını elinden almak demek. Ona da böylece “Ey okur! Yarın yeni bir şey yakalama şansın yok! Geçmiş Oldu!” denmiş oluyor diye düşünüyorum. Serkan’a da söylemiştim, Dada Korkut’un “okurunu arıyor” olması belki de yeniliğin/yeni bir şeyin/alışık olunmayanın aynı zamanda yeni algılara, alımlamacılara ya da alıcılarla oynanmasına da ihtiyaç duyduğunu gösteriyor olabilir. Görsel şiirlerin bütünü için de geçerli bu dediğim. ... E. Batur haklı, o sadece bir siyah kareydi belki de. Dünyadaki kaç milyonuncu siyah kare hatta. Ama ilk kez birisi onu bütün o çok iyi bildiğimiz siyah karelerin arasından çekip aldı ve o siyah karenin içine neler koyduğunu da henüz tam olarak bilmiyoruz ya da ona her bakanın daha önce baktığı siyahlardan farklı ne algıladığını, onda neye dönüştüğünü… En büyük yutan elemanlardan biri olarak “siyah” bitirmiş midir sözlerini? Ya da Dada bitmiş midir ya da Joyce, Pound, Duchamp? Yoksa var olmaları bile her zaman yetecek midir dün, bugün, yarın, ertesi gün birilerinin oralardan el alıp kendi “yeni”sine doğru gitmesine, değiştirmesine, dönüştürmesine. Bilemiyorum… ... ... *Buna takıldım aslında biraz ve baktım kullanılmış mı daha önce diye. Şöyle ekstra bir bilgiye ulaştım. (1892-1954) “Türk Teceddüt Edebiyatı Tarihi” diye bir kitabı varmış. 1925’te basılmış. Burada “Teceddüt” yenilik tabii (kökü cidd. Arapçadan, tazelenme, yenilenme, yeni olma anlamında. Fr. Rönesans’a denk düşüyor) Hatta Refik Durbaş bu kitapla ilgili kısa bir aktarmış. Neyse bu da başka bir konu oldu. Ama kitabı merak etmedim değil.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 15

‘yukarı’ dedin

Ben ne yalan söyleyeyim, Enis Batur hayranlarındandım, hala yazdıkları hayranlık seviyesinde olmasa da Opera başta birkaç kitabı, başucu kitaplarımdandır, bunu hiç yadsımadım, ancak biraz politik olacak belki, şu malum Soykırım olayı, özür dilemeden sonra, epey tedirgin izlemeye başladım okuduklarını. Biliyorum, bu yazdıklarım üzerine çok şey söylenebilir, ancak, paranın iki yüzü olduğunu iyice anladım, modernlik bağlamında da, yakışıklılık bağlamında da vb. Bu yaklaşımı yeri geldi diye belirteyim, ne yapayım bir şeyi değerli görünce böyle olması hoş olmuyor haliyle... Bunu belirttiğim içinde üzgünüm, artık bu tarzda şeyleri içimde tutamıyorum, saygıyla...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 25

‘yukarı’ dedin

Enis Batur'un kişisel olarak, modern /sonrası türk şiirinin gidişatı hakkında ne kadar zamandır söz söyleme niyeti, kastı var bilmiyorum. dikkat ederseniz, burada enis batur'un kalıbını gösteren bir yazı yok. aynı şeyleri değişik statü ve şiir anlayışlarından bir sürü kişi söylüyor. sepp'in de yorumunda belirttiği gibi, aynı şeyleri söylemek için "patolojik ve patetik" kelimelerini kullanan, şiir ve para hakkında böyle 'döviz bozdurma' cinsinden bir anıştırmayı yapan kişi Enis Batur. Aynı yazıda eğer görsellere dikkat ederseniz, Borges, Pound vs varken, üstte Enis Batur'un kitaplarının kapakları var. Bu kitaplar arasında bence ciddiye alınabilecek tek kitap olan -en azından bahsettiği konu ile ilgili- Opera olması gerekirken, belki sayfayı hazırlayan arkadaşın yaptığı bir hata, Opera yok. Bunlar 'tuhaf'.

Buradaki körlük, öğrenilmiş çaresizliktir bana göre. Ve o kadar kitaptan ve yazıdan sonra nesne/madde ile girdiğimiz deneyim hakkında izlenimci kalmaktan öteye geçememenin de sonucu. Ben patolojik ve patetik ifadesinin bir nişan gibi durduğu 25.000 durum sayabileceğini biliyorum örneğin Enis Batur'un.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: -10

‘yukarı’ dedin

sadece görsel şiirle ilgili söylediklerinde değil, yazının bütününde sorunlar var. bu "süreklilik zinciri" nereye tekabül ediyor ben anlayamadım mesela. tabii buna bağlı olarakta "biricik" olana ulaşma... sonraki söylenenlerle ilk söylenenlerin telifi zor. Bir de "Her şeyden haberdarlık" duygusu hakim gibi, bunu neden gereksinir insan? vd. vd.

şaşırmadım demek isterdim. ama çok beklenmedik bir şey de değil. kurumsal bağlantılar ve ona bağlı bağlılar ve bağlılıklar kalktığında daha özgür konuşuluyor gibi olunuyor ama büyük bir tehlike daha çıkıyor ortaya; sana bağlı, senin gölgende bir biçimde müdahil olmadığın süreçlere sıcak bakabilmesoğukkanlılığını yitiriyorsun sanırım. bu herkes için bir tehlike, minimal durumlarda da görülebiliyor; bir şeyin üyesi olduğun zaman ile, üyeliğinden ayrıldığın zaman farklı oluyor her şey... Duruşunuzun her zaman insani bir değer taşıması ve hakiki olması sanırım ontolojik bir problem.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 1

‘yukarı’ dedin

senin şiirin sana, benim şiirim bana... herkesin elindeki...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 11

‘yukarı’ dedin

birileri enis batur'a "dur" demeye girişmiş.