"Arzulu mudur bir tank, acaba, rüyasında"

Birincil sekmeler

Hilmi Yavuz "Oktay Rifat'ın bu iddiası, büyük olasılıkla, onun 'Perçemli Sokak'a yazdığı giriş yazısıyla ilgilidir ve bu başlıksız yazıyı Oktay Rifat, bir tür 'İkinci Yeni Manifestosu' gibi düşünmüş olmalıdır." deyip geçiyor. İddialar ya da sonradan Rifat'a vurulmaya çalışılan şamarlar düşünüldüğünde, ortada böyle bir iddia varsa bile Rifat'ın eserinde, 1945'ten 1956'ya kadar olan süreç izlendiğinde, hiç de Rifat'ın pattadanak böyle bir yazı yazmadığını görebiliriz. Dünden beri Rifat'ın düzyazılarının toparlandığı Şiir Konuşması'na bakıyorum ve Yavuz'un yazısındaki tuhaflıklara bakıyorum. "Dil bir anlaşma aracıdır." diye başlayan yazının, önkabulunu, tezini ve çıkmaya çalıştığı yerde ıpıssız kalması, [w:Perçemli Sokak]'ın bir dalga gibi, uzun atımlı bir dalga gibi, İkinci Yeni'nin ofsaytına doğru düşmesi elbette tuhaftır.

Garip'in "Dada"ya mesafesi, hiç de yabana atılabilecek bir mesafe değildir. Cumhuriyet'in kendi aydınlanma projesi içinde ne Dada'nın ne de aydınlanma'nın delirttiği batı burjuvasının sanatı vardır. Sanat çöplüğü varsa, orada yer alacaktır Sürrealizm, Dada ise Rifat'ın yazısında "deliliği" pazarlayan bir takım çocuklardan ötesi değildir;

"Harpten sonra Fransa'da, İsviçre'de türeyen "Dada"cıların bu yüzden yanıldıklarını sanıyorum. Yayımladıkları beyannamelerde, üstlerine çeşitli haller yoran bu sanatçılar deli olduklarını da söylüyorlar, deli olduklarını söylemekle yirminci yüzyılın bir eğilimine cevap verebileceklerini umuyorlardı."Şiir Konuşması, Oktay Rifat, sayfa 83

Oktay Rifat'ın tekneyi sürdüğü yol, hiç de Sürrealistlerin yolu değildir. Onun arayışı tuhaf bir biçimde "Saf Şiir" diye bir şeye ilerler ve nedense hiç o diğer delilerle uğraşmaz. Jules Supervielle gibi "sürrealizmle birlikte anılmaktan hiç hoşlanmayan" bir dışarlıklı (Uruguaylı bir Fransız) nedense sözü dinlenen bir şair olabiliyor Rifat'ın yazılarında. Kimbilir devlet eliyle gidilen Paris'te insan, çok da fazla vakit bulamıyordur moda olanın o züppece gösterilerine. Ressamlar da aynı korkaklığın peşindedir çoğu kez. Bir şey çok konuşuluyorsa, bizimkilerin ilgisini çekmez, çekmiyor belki de. Ayda yılda dışarıdan gelen dergilerden de herhalde edebiyat gündemi verimli şekilde izlenemez, hoş bugün internete rağmen, bizimkilerin durumu diğerlerinden vahimdir.

Fakat İkinci Yeni'nin sözde kurucusu olarak Rifat'ın yazısı, silsilesi ile birlikte hiç de yabana atılabilecek gibi de durmuyor. Çünkü biliyoruz ki İkinci Yeni dediğimiz şey bugün bile saçaklarından, paslarından arınmış şekilde bir bütün gibi görünmüyor, herkesin fikri ayrı. Rifat'ın bir sürü yazısında, yeni "müdaafa edilir, genç şair ve getirdiği yenilikçiliğin arkasında durulur, mütemadiyen alıntılanan Jules Supervielle ya da artık kimsenin anmadığı bir çok isim (Henri Bremond, bir rahip, 1925'te Saf Şiir diye bir lakırdı sürmüş piyasaya, ressam Marcel Gromaire, yazar Rene Bertele vb.) buna kanıt olarak getirilir. Savunulan bu yeni şiir, yeni şairler tarafından getiriliyor, Batı'daki örnekler sayılıyor, klasikler ve romantikler olarak ikiye ayrılıyor tarihin geldiği nokta, modernler zaten yeni... Yeni şiir ve duyu (sensation) arasındaki ayrımlar, benzerlikler inceleniyor, anlam/mana problemi anlamlı olan ve anlamlı olmayan arasındaki bir gerilime bırakılıyor. Sözlü Kültür, Yazılı Kültür ayrımının tarihsel köklerine vakıf olmasına rağmen Rifat, bunun ne demek olduğunu pek anlamıyor. Bunun yerine şiirin bir kelam sanatı olması yönündeki kanun hükmündeki kararnameyi kabul ediyor ve onun üzerinden "deyiş, duyuş, söyleyiş"e kafa patlatıyor. Garip'in zaten programında yer alan o kısımları hepimiz biliyoruz, fakat Rifat, anlam/mana konusunda 1952'de gayet ileri giden, oldukça fazla soru soran, hatta şimdi bile pek cevaplanamamış sorular soran bir yazı yazıyor. İçinde Lettristler var, formalizm var, içerik/muhteva, şekil/biçim ayrımı var, deyiş/duyuş/güzel kavramları var. "Akılla ve yürek gücü ile beslenen bir muhteva"dır deyip, kestirip atıyor şiirin ne olduğunu. Ve şunu yapıyor; şekil ve muhteva açısından birbirine uygun eserlere, halk hizmetinde halkın yücelmesi, aydınlığa çıkması için çabalayan eserlere beyaz fiyonk takıyor.

Özetlemek gerekirse, Dil Devrimi'nin kadim amaçlarından biri olarak dilde sadeleşme, sadeleştirme ile "uydurukça" arasında kalan şair için çıkış yolu Garip ile sekteye pek uğramıyor. Amaç hasıl olmaktadır: "Amaç, konuşma dili ile yazı dili arasındaki farklılığı ortadan kaldırmak, halkın konuştuğu dili geliştirmek olunca.." Mehmet Bedri Gültekin'in TDK'nın "uydurukçasına ve alaylılarına karşı getirilen eleştirilere karşı savunması" olan bir açıklama ve daha acayip örnekler Trajik Başarı (Geoffrey Lewis) kitabından okunabilir Oktay Rifat'ın kurduğu denge anlamlıdır. Zaten Perçemli Sokak dahil olmak üzere, Garip sonrası ve ötesi şiirine bakıldığında, o gerilim, Rifat'ı kasabada gerçekleşen bir kır modernizmine, onun hayret eşiğine götürmüştür. "Dilsiz ve Çıplak" ya da "Denize Doğru Konuşma" İkinci Yeni'nin tüm verimlerine sırt çevirmiş gibidir. Oktay Rifat, belki de çok sonra, ölmeden önceki son kitabında, Koca Bir Yaz'da, meseleyi ne kadar anladığını, onu zamanında İkinci Yeni konusunda şiddetli şekilde eleştiren, yerden yere vuranlara son bir küskün bakış atarak göstermiştir "pide gibi sıcacık döşekte". Hilmi Yavuz bu süreci herhalde benden iyi biliyordur, fakat nedense Rifat, yine suçlanmış.

Garip'ten bağımsız olarak okunamayacak o dönem yazılarında, Rifat'ın aradığı şey, bugün bizim İkinci Yeni diye bildiğimiz şeye yakındır, fakat Oktay Rifat'ın bunu beklemediği açıktır. Onun gittiği yoldan ve formülden yola çıkarak, ancak rejimin istediği bir sanat bileşimine ulaşmak mümkündür. Nasıl başlamaktadır Garip önsözü: "Şiir, yani söz söyleme san'atı..." ve ne demektedir arada: "Şiir bütün hususiyeti edasında olan bir söz san'atıdır." Bu, az önce bahsettiğim gerilim üzerinden okunduğunda, örneğin kadar etkili bir kopuşu dile getirmez. Ne yani, bunu Divan şairi bilmiyor mudur? Uygulamaya bakıldığında Divan'ın içine düştüğü tuzak da aynen buna benzemektedir. Öyle ki bugün en has, en uç İkinci Yeni şiirlerini, şairlerini biz alıp okumayız, sevmeyiz onları, okumadığımız gibi bu çılgınca kuralsızlığın, en lirik, en oturaklı şiirlerini sevip, ödüllendirdik. "Okur akbabadır" (ilhan berk) diyebilecek kadar cüret sahibi bir ekolden birinin, Cemal Süreya'nın, toplu şiirlerinin 40. baskıya ulaşmış olması herhalde böyle kolay olmasa gerek.

Biraz daha ileri giderek iddia edebiliriz ki, Oktay Rifat'in tüm eseri, Post-Garip sürecin depresyonunun verimlerinden başka şey değildir. Rifat ve Anday iki ayrı koldan rejimin "ikinci yenisi" olmuşlar ve böylelikle dil/kelime üreten bir devlet kadrosunun, sözlüğe bir türlü sokamadıkları eskinin, geçmişin, çoğunluğun, psişenin, duyguların, aklın, baskının, çevrenin, sapkınlığın, avareliğin, yaşayanın, canlı olanın, acı çekenin ötesinde kalan ne var ise, onunla renkli ve türkçe bir şiirin peşine düşmüşlerdir: "ve yaz yüzünü yıkıyor tulumbada". Rifat'ın en hayret verici, sarsıcı dizeleri, Modern Kent'in hırından, güründen, sınfılarından ve ötekilerinden yoksun bırakılmışlıkla açıklanabilir. Garip'in Büyük Depresyonu Oktay Rifat'tır;

***

"benim tutkularım bir insan denizinde boğuldu,
kucaklarında üzüm gözlü kadınlar, çocuklar."

***

"boynuna doladı atkısını
gülüşünden korunmak için
suda ve gökte gezenlerin."Daha fazla örnek için bkz http://poetikhars.com/oktay-rifatin-imgeleri-nece

****

Oktay Rifat'ın 1952'de yazdığı Şiir Konuşması metnine göz atılacak olunursa, Garip-sonrası dönemin bir şeylere gebe olduğu, Garip'in okur tarafından fethedildiği ve onu kuranların çok uzağında bir yerlere, Rifat'ın serzenişi ile "bir deyiş güzelliğidir tutturmuş gidiyoruz"a kadar sürüklenmiş olması da vardır ortada. Rifat'ın ve Anday'ın öngördükleri hali ile İkinci Yeni, bir kalkınma hamlesi kıvamında, her şeyin yerli yerinde olduğu bir modernizmdi şiirde muhtemelen, tutmamıştır. Fakat İkinci Yeni ile ilişkisini çok da yabana atmaya gerek yok, hele olayın üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçmişken.

Kaldı ki Perçemli Sokak'tan hemen sonra, Suut Kemal Yetkin'in yazısına -eleştirisinde açıkça Perçemli Sokak'ı Sürrealist bir taklid, bir kopya olarak işaretler Yetkin, Oktay Rifat'ın verdiği cevabı (1957) da gözden kaçırmayalım;

"Sayın eleştirmecinin merak ettiği bir şey daha var. Bendeki değişikliğin sebebini anlayamamış. Yıllardan sonra nasıl olmuş da bunca değişivermişim. Ah, bu araştırmadan, verilivermiş yargılar. Sayın eleştirmeciye ilk kitabımda yer alan bir iki şiirimi hatırlatacağım."

Hilmi Yavuz'un yazısının tarihi 2010 Aralık, biraz insaf.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

Hilmi Yavuz, yazısının bir yerinde "Oktay Rifat, bu metinde 'anlam' konusunda, birbiriyle çelişen iki kriter öneriyor: (i) anlam, zihnimizde karşılığı olan bir görüntüdür; ve (ii) anlam, bu kez zihnimizde değil ama, gerçeklikte karşılığı olan bir şeydir." diyor... Ne kadar ilk paragrafta "kuşkusuz büyük bir şairdir de" dese de yazının başıyla sonu aynı aksi söyleyişle tamamlanıyor. Acaba böyle düşünen bir şair "Arzulu mudur bir tank, acaba, rüyasında" dizesini yazar mıydı? Acaba zihninde "arzulu bir tank" canlandığı için bunu "anlamlı" mı buluyordu? Hiç sanmam. Üstelik Yavuz'un bir şair olarak anlam, görüntü ya da zihinsel görüntüden anladığı şeyin de bu kadar sığ olmaması gerekirdi.

Tıpkı Yavuz'un Oktay Rifat'ı tek bir metin üzerinden Perçemli Sokak'ın öncesi ve sonrası yokmuş gibi doğrusal değerlendirmesi, her zaman yapılabilir bir şey. Ama hakça mı, bu tartışılabilir...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 34

‘yukarı’ dedin

Not eklemeyi unutmuşum, yanlış anlaşılma olmasın, yazının başlığı Orhan Veli'nin Bizim Gibi şiirinden.

Bizim Gibi 
.
Arzulu mudur acaba Bir tank, rüyasinda 
Ve ne düsünür tayyare 
Yalniz kaldigi zaman? 
Hep bir agizdan sarki söylemesini 
Sevmez mi acaba gaz maskeleri 
Ay isiginda? 
Ve tüfeklerin merhameti yok mudur 
Biz insanlar kadar olsun?