Semptomatik Şiir

Birincil sekmeler

Editör'ün notu: Yazının yazarı tarafından siteden kaldırılmıştır.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 14

‘yukarı’ dedin

Zaman olarak da içerik olarak da Serkan’ın yazısıyla bağlantılı olarak okudum bu yazıyı da.. Ama açıkçası benim bildiğim, Lacan bizde henüz kaba bir tabir olacak biraz ama “ellenme” aşamasında.. Birincisi henüz Lacan’ın bütünüyle çevrilmiş bir telif eserine bile sahip değiliz. Lacan’ın Freud’dan yola çıkıp ayrıldığı noktalarda da, kendi psikanaliz anlayışını “dil” üzerine kurmasında da çok farklı yaklaşımlar var. Mesela Monokl’un çıkardığı “Lacan” özel sayısı da İstanbul’da Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdikleri Lacan sempozyumu da büyük katkılar ama dediğim gibi bizim henüz Lacan hakkında yeterli bilgimiz olduğunu sanmıyorum. (Kendi adıma söylüyorum) Buradaki en büyük sıkıntı da aslında yine “dil”le ilgili. Çünkü Türkiye’de Lacan uzmanı olarak bilinen adlar bile, Lacan’ın kendi eserlerinde kullandığı “kelime oyunları”nın Türkçeye nasıl çevrileceğinden emin olamıyorlar. Bu eserleri basmaya karar vermiş yayınevleri var ama dediğim gibi, sağlıklı bir çözüm bulunabilmiş değil. Yani Lacan konusu şimdilik biraz daha bulanık görünüyor bana. Dolayısıyla Üstübal’ın Lacan üzerinden temellendirdiği veya kurduğu bağlantılar için de aynı yoldan bir şey söyleyemem. Elbette sembol de semptom da üzerinde düşünebileceğimiz kavramlar. Ama az önce dediğim gibi mesela burada “keyif” olarak geçen sözcük için bile tartışmalar olduğunu biliyorum.. “Keyif” mi, “eğlence” mi, büyük A mı küçük A mı, Büyük öteki, küçük öteki mi? Saffet Murat Tura başka bakıyor, Nami Başer başka bakıyor… Gibi gibi...

Ve “semptomatik şiir” başlığıyla gelindiğinde görsel şiirle bağlantısını da tam çözemedim. Yani bu bizzat görsel şiire bir bakış için mi? Yoksa görsel şiir de bundan bu anlamda nasibini almıştır mı denilmek isteniyor, biraz da anlattığım nedenlerle tam anlayamadım…

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 27

‘yukarı’ dedin

her ne kadar Lacan konusunda çok az şey biliyor olsam da -benim ayıbım, ama türkçe'de yok doğru düzgün, en azından bir çıkarım için kendimce Kojeve bağlantısını aklımda tutuyorum. Üstübal'ın burada dikine yaptığı bir okuma sadece ya da sırf görsel şiir ile şiir arasındaki ilişkiyi, ardışıklık ya da sebep/sonuç ilişkisi içinde okumamıza yardımcı olmak için gibi. Yani önce Şiir vardı, daha sonra "Görsel Şiir" gibi bir şey seziyorum. Ben, bunun böyle olmadığını düşünmekle birlikte -bana göre görsel şiir, Şiirin Bilinçdışı ya da altı değildir- yine de tarihsel olarak görsel şiirin "sonradan" olması fikrine de pek sıcak bakmıyorum. Tabi Hegel'i bu genç fransız akademisyenlerinin kafasına sokan Kojeve'i de dediğim gibi akıldan çıkarmıyorum. (1933'teki katılanların arasında .)

Dediğim gibi Görsel Şiir belki tarih içinde Şiir'in "unuttuğu" "negatif olumsuzlama"ya ait olabilir, insan olma yolunda ilerleyen her insanın, insanlık ile temas ettiği her an içinde geride bıraktığı diferans da olabilir (aslında 'karakter' (yazı) ile 'karakter'(kişi) bu konuda Derrida'ya dirsek çıkabilir, bizim için). Harf geldi, ruh bitti diyor Hegel. Eğer biz görsel şiiri Harf'in Hurufat'ın içkinliğinde ararsak, bir nebze olsun anlayabiliriz. Yoksa en basit ve samimi görsel şiir eyleminde (sürrealistler gibi konuşayım) iz, izlek'ten bağımsızlaştırılır ve sonra da kendiliğine bırakılır (bakınız Zeynep Cansu Başeren'in yaptığı çoğu iş). Kendiliğine bırakılan bu iz, İmge, Simge'den Sembole uzanan o Bilinç şeysinin dışına kaçtığı andan itibaren, exponansiyel bir biçimde bir şey üretmeye başlar (hem bakan, hem de yapan, hem de kendi için). Ama elbette bu da çok karışıktır. İnsanın akla aykırı bir şey için aklın araçlarına yatırım yapması, istatistiğin bize "hata ya da mucize" olarak işaretlediği şeylerden bir anlam çıkarmaya çalışması, giderek İmkansız ile ilişkiye girmeye çalışması elbette en başta anlam diye bildiğimiz sistemli şeyle çatışır (buna 'haz' demek ne kadar doğrudur ben bilemiyorum). Ama işte şu var, kendimizin İmkansızları ile İmkansızın Dili arasındaki o kozmik bağ böyle "yanıbaşımızda, kenarda" duruyor mu? Entropik olarak bakarsak (entropi yani kainatın kuralı) bir şey minimum enerji/maksimum düzensizlik içinde dolanmaya başlıyorsa, aslında olması gerektiği gibi olmakta oluyordur. O zaman şiirin kendini toplamak için bugüne kadar tarihsel olarak bulduğu yöntemlerin hepsini bu çerçevede düşünebilirsek, görsel şiirin -her türlü araç, gereci ile- ya da deneyin, tam da bu kendini toplamanın tersi olanla ilişkisi olduğunu belki az çok anlarız, anlayabiliriz. Buradaki kendi, ne yazık ki teee Leibniz'den beri akıl sır erdiremediğimiz "kendinde şey" olarak işaretlenen şey de olabilir, mistik bir ürperiş de olabilir, kuantum bir şey de olabilir, doğasını aslında kestiremediğimiz bir deneyim de olabilir. Ama her iş, işi yapanın denetiminde veya değil, değildir.

O zaman şunlara itirazımız vardır. Görsel şiir gibi deneyler, bize Dil'in ürettiği şeylerin ancak Dil'le tüketilebileceğini göstermektedir. Görsel Şiir deneyimi, çoğu kez Dil'in motive edilmiş olanaklarının dışında, tam da teknolojik geçişlere denk gelecek şekilde yeniden yorumlanmasıdır. Örneğin kendi başına bir bağlaç (ve, eğer, ki, -de, da), kendi başına bir noktalama işareti, her ne kadar akıp gidenin cümleyi, başka türlü bir şey için kesintiye uğratmak durumundan doğmuşsa da, aslında bir süreksizlik noktası yaratmaktadır. Bu, matematikteki gibi gerçek sayıların yanında bir de zahir sayıların (kök 2, e) olması gibidir. Kök 2 ifadesinin, pi sayısının aslında anlamlı bir sistem içinde nasıl da "anlamsız" kaldığını düşünmeye başladığımızda, Dil'in de Dil Yetisi arasında böyle süreksizliklerinin olduğunu kavrayabileceğiz. Şiirin insanlaşması devam etmektedir ve bu bazen 'insanî-olan' rağmen olacaktır da..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

En başta şunu söyleyebilirim, bu sadece görsel şiir için oluşturulmuş bir metin değil fakat bir görsel şiir sitesinde yayınlanacaksa görsel şiiri ilgilendirebilecek kısmını yazmak istedim. bu aslında şiirin ataklığı üzerine bir tez. hatta çok güzel bir sezgiyle söylediğin gibi, serkan ışın'ın bahsettiği meselenin sınırlarına da giren bir yazı olsun istedim. çünkü bu yazı Nilay Özer'in karayazı'da açtığı bazı meseleler üzerine ücra'da yazacağım ikinci yeni'yi aşmak adlı yazımın bir kısmı bu tez üzerinden de gidecek.

evet Lacan'la ilgili daha çok havada kalan şey var, fakat lacan'ı zizek'in gözüyle okumak benim daha çok hoşuma gitti. saffet murat okumalarıyla da birleşen yönleri var. lacan'ın dediği gibi capitone noktaları yani.

keyif'i eğlence olarak değil de iradi özgürlük veya hazla birleşik iradi karar olarak okumak mümkün.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 24

‘yukarı’ dedin

Herhalde hepimiz için biraz da başlangıç öyle olmuştur. "Yamuk Bakmak"ta gerçekten de Zizek tam bir Lacan okuması yapıyor kendisine göre. Hatta daha önce siteye adlı Zizek'in anlatıcısı olduğu bu belgeselle ilgili birkaç şey de yazmıştım ki hem Sapığın Sinema Rehberi'nde hem de Yamuk Bakmak'ta Zizek hem sinemayı (daha çok Hitchcock filmleri) hem de edebiyatı (patricia highsmith romanları üzerinden) Lacan ekolünün/okulunun izinde psikanaliz için son derece verimli araçlar olarak kullanıyor. Bunlar tabii ki bence de ilgiye değer. Sonuçta psikanalizin, bir bakış açısı, belki de işte baktığınız şey ne olursa olsun gerekli görülen bir "yamuk bakma şekli" olarak algılanması en akla yatkın olan şey. Dolayısıyla buradan şiire de bakılabilir... Yeterli altyapı mevcut olduktan sonra... İşte ilk bakışta bile "keyif" ve "eğlence" çok farklı şeyler olmalarına rağmen aynı şeyin meali olmaya yorulduklarında nasıl şaşırtıcı olabiliyorsa, kavramlar üzerinde anlaşamadığımız ya da ortaklaşamadığımız zaman da aynı şekilde şaşırtıcı olabiliyor. Nilay'ın yazısında "ikinci yeniyi aşmak" dediği cümledeki "aşmak" sözcüğü bile başlı başına böyle geliyor bana...

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 19

‘yukarı’ dedin

Yazdığım bir çok metinde olduğu gibi bu kuramsal metinde de yapmaya çalıştığım şiirin ne olduğuna ve neye ilişkin olduğuna dair bazı ipuçlarını değerlendirmek daha çok. Yoksa şiir ile görsel şiir arasında bir fark bulgulamaya ya da sınır çizgileri çizmeye çalışmıyorum. Zaten yazdığım yazılarda böyle bir karşılıklı ötekileştirmeye karşı oldum. Tersine aralarındaki ilişkiyi doğallamaya çalışıyorum. Görsel şiirin konvansiyondan farklı olduğu noktalar ancak aynı kümenin içinde kalınarak çözümlenebilir, açıklığa kavuşturulabilir bana göre.

Burada asıl mesele özne durumlarının nasıl şiirsel farklılıklara neden olduğu ve geleneği nasıl olumladığı ya da aştığı.. Elbette niyet dediğimiz şeyden bahsediyorsak haz'dan da bahsetmemiz mümkün. Niyet'in olduğu yerde bilinç ve belli bir zihinsellik durumu. o zihinselliğin olduğu yerde de belli bir aura ya da haz alanı oluşacaktır. bu haz nev-i şahsına münhasır bir haz olsa bile diye düşünüyorum. Harf ve hurufat'ı aramak da bana göre belli bir niyet- farkındalık ve bilinç durumu ve onların yarattığı hazsal alanları aramaktır aslında. İmkansızın dili nedir bilmiyorum, ama o dile ulaşmaya niyet ediyorum, ulşamadığım bir şeye ulaşmaya niyet ediyorum. o niyet beni bir zihinsel evrime getiriyor kimilerinin yabancılaşmanın içkinliğe dönmesi dedikleri şey bu. bu içkinlik durumu arzunun gerçekleştirilmesi ise arzu dediğimiz şey de bir hazın hem oluşturucusu hem de sonucudur.

mesela entropi daha dışsal bir tanımlama daha bir üst-bakış- entropik elemanlar dediğimizde aslında biz birbiriyle çelişen verilenmemiş alanlarda dolaşıyoruz demektir, fakat yaşam bu değil verili bir alan var. dolayısıyla hakimiyet alanları var bu verililiğin içinde. entropinin açılması ya da indirgenmesi dediğimiz hadise bu. eğer bunu yok saydığınızda bir üstbakış atmaya çalıştığınızda verili alanın içindeyken yanlış-tanıma dediğimiz bilgisel uçlanmalar bir tür entropik normaliteler olarak duyumsanacaksa birincisi bu bir öznellik durumunda olacaktır, ikincisi bu öznelliğin belli bir niyeti olacaktır kendi öznel koşullarından farklılanmış. İşte şiir verili alanın indirgenmişlerini entropik alana geri iade ederken zıt bir yönden de entropik bazı elemanlardan kendi arzusuyla ve o arzuyu yönlendiren hazla o verili alanları etkilemeye de çalışıyor. entropik elemanların verili alanda bir kavramlaşmaları var kuşkusuz ama şiir ya da şair bu elemanları entropik alana geri çekerek kendi öznel müdahalaesini yapıyor verili alana ya da geleneğe mesela. zaten bu entropik elemanların tanımı bir anlamda semptom. kavramlaşmadan duran bir iz ve işaret olarak dizgeleşmeye ya da anlam kazanmaya ramak kalmış şey.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 35

‘yukarı’ dedin

lacan'la ilgili ciddi bir sayı yapıldı evet... sadece şunu söylemek istiyorum, öncelikle zizek çevirileri üzerinden lacan anlama gibi garip bir durum var ülkede, ama zaten genel olarak durum budur bu ülkede. öncelikle ne freud ne de lacan bilinçaltı kavramını kendi sistematiklari içinde kullanmıyorlar (freud, metapsikoloji'de bilinçaltı kelimesini bir iki kez başka anlamda kullanır sonra tümden vazgeçer). doğru çeviri: bilinçdışıdır. aynı şekilde öteki kavramı autre ve autrui'nin karşılığı olarak kullanılıyor. lacan ve levinas bağlamında bu çeviri öteki değil ama başka ve başkası şeklindedir. bununla ilgili derin bir tartışma monokl'da mevcut. kısaca öteki, bir uzamı çağırıyor, ontolojik bir anlam ve mesafe içeriyor. örneğin Lacan'daki büyük Başka, tam da böyle bir mesafenin olmadığı bir kavramdır. o yüzden o büyük Başka'dır, ben'i içine alır ama benden daha fazlasıdır, dilin ve simgesel evrenin hakikat kurucusudur. arzunun nerelerden geldiğini bu noktadan görebiliriz kuşkusuz lacan açısından. lacan'ın en önemli meselesi, klinik noktalar bir yana bırakılırsa, bireyin kuruluşundaki temel mekanizmaları ve gerçeğin rolünü ifade etmesidir.