Sözlü Kültür, Halk Edebiyatı ve Teknoloji

Birincil sekmeler

A badman poet stork

"Sözlü kültür ürünlerine bakışımız, elektronik kültür hayatı karşısında kaybolmaya yüz tutmuş kültürel unsurlara karşı yaptığımız gibi gelecek kuşaklara hatıra olarak saklamak şeklinde olmamalı.

Bunun yerine, sözlü kültür ürününün geçirdiği evreleri göz önünde bulundurarak yazılı ve elektronik kültür ortamlarına uyum ve aktarım konusunda nelerin yapılabileceği araştırılmalı ve daha iyisini bulabilmek için tartışılmalı." Başkent Üniversitesi Türkçe Eğitimi Bölümü Başkanı Prof. Abdurrahman Güzel

En azından akademisyenlerin bir kısmı, "folklor şiire düşman" ifadesinin izinden gitmeye, Cemal Süreya'nın şikayet ettiği "blok"larını az çok yerinden sarsmaya ve buna kulak tıkayan onlarca, yüzlerce şairi de biraz uyandırmaya gayretli gibi görünüyor.

İki gazetede bu konuda iki yayın okudum. Bunlardan biri ismini taşıyor, diğer ise YeniŞafak Kitap dergisinin isimli dosyası. Bu iki yayında da, ortak konular var. Biri "ses ile söz" arasındaki ilişkiye müzik üzerinden yaklaşıyor, diğeri, Halk Edebiyatı'nın "sözlü kültür ürünü" olarak teknoloji karşısındaki 'yenik'liğinden dem vuruyor.

Öncelikle ben Halk Edebiyatı'nın teknoloji tarafından bozguna uğratıldığını kabul etmiyorum. Bunun için çeşitli sebeplerim var, ama bunlardan en önemlisi Halk Edebiyatı'nın yapıntı bir tür olarak sınırlarının pek fazla devletlü çizilmesi ve bununla birlikte Halk Edebiyatı'nın "arkaik" bir ansiklopedi maddesi olmaktan öte hiç bir yere gidemediği gerçeği.

Cemal Süreya, en dikkata değer yazısı "Folklor Şiire Düşman"da, "kalıplardan" ve "kelime blok"larından bahseder;

"Bu kalıplar kişilik kazanmaya hiç uygun değil. Karacaoğlan'a, Emrah'a, şuna buna büyük şair diyenlerin kulakları çınlasın, kişiliksiz de büyük şair olunacağına iman getirmişler demek. Folklor ve halk deyimleri ancak bir şairi taşıyabilir, fazlasına dayanacak gücü yoktur."

Cemal Süreya bir bakıma haklıdır, bir bakıma da haksız. Çünkü "kişiliğin erimesi ve anonimleşmek" Halk Edebiyatı'nın bir çeşit numarasıdır. Hem okuyanda cisimleşir hem de yazanı hiç bir zaman belli değildir, okuyan, yeniden icra eden onu geliştirmek ve değiştirme lüksüne sahiptir bu yüzden. Sözlü Kültür ile Yazılı Kültür'ü birbirinden ayırmadığı için Cemal Süreya ikna edici değildir örneğin. İcra eden ile dinleyen arasındaki ilişki gerçekten "interaktif"tir ve disiplinlerarasıdır. Çünkü, icra edilen şey, kaydedilmediği için, genişlemesine engel olan şey yoktur. Cemal Süreya'nın "kalıplar, klişeler" dediği şeyin karşısında koyduğu şey, birim olarak yine "kelimeler"dir. Nasıl kelimeler? Şairin bireyselliğini, (kaprislerini, diyor Süreya) ortaya seren, onun malı kelimeler. Bu, bence ideolojik bir yaklaşımdır. Şairin, kelimeleri, ne kadar kendine özgü olabilir, üslüp, gerçekten belirleyici ve ayırd edicidir, taklid edilemez şey midir? Arkaik kelimelerdeki "ağırlık taşıyamama" durumu, modern kelimelerde de başgöstermiştir. Bugün şiirlerimizde, "yalnızlık, aşk, sevgili, hak, hukuk, özgürlük" gibi kelimeleri kullanamıyoruz, çünkü bu kelimeler işe yaramaz durumdadırlar.

Sözlü Kültür'ün teknoloji tarafından yenilgiye uğratıldığı savına geri dönelim. Tarihsel olarak söz, yazıdan öncedir. Yazıyı burada, alfabe olarak değil, tam tersine "işaretler, özelleşmiş görseller" olarak düşünelim, yani bir çeşit proto-alfabe. Söz, uzun zaman, bu proto-alfabe üzerinde hakimiyetini, onu, "şifreleyerek" kullandı zaten. Bugün, kutsal olarak bildiğimiz tüm şekillerin altındaki metin, sözlerden ibaret bile denebilir. Söz, paylaşılabilir olanın, temsil edilebilir olanın en uç ve geniş noktasıdır. Öyle ki, söylediğimiz şeyler, bizi söylenen şeylerin "sahibi" bile yapabilir.

Yazının, bizim kültürümüzdeki hali ve şeceresi, elbette, o kadar da belirgin değil. Ana hatları ile bugün "sözüne güvenilir adam olmak" ile "yalan yazmak" arasındaki denge, Söz'den yanadır. "Özü, sözü bir olmak" ile yazı ile para kazanan, kendilerini ifade eden "köşe yazarlarının kaypaklığı" hemen göze çarpar. Bu, sözün hüküm sürdüğünü gösterir, hala. Konuşarak ifade etme, olayları yazının yardımı olmadan anlatmak, son 20 yılın televizyondaki tartışma programlarının başat mantığıdır. Biz, kağıda geçirilmemiş fikirlerin ve o anlık tepkilerin yarattığı bir evrende yaşıyoruz. Örneğin Atatürk'ün söylediği sözler, yazıda ikame edilerek, yazılı kültür ürünü imiş gibi gösterilir ama bunlar yazıda alıntılanırken "Atatürk'ün söylediği" gibi denir. O söylemiştir, yazmamıştır.

Yenişafak'ta soruya cevap verenler, genel olarak "teknoloji"den ne anladıklarını belirtmemişler, örneğin:

"Teknoloji halk edebiyatı üretimini 'birdenbire' geri plana itti. Toplum kabuk değiştirdi. Artık çeşme başı manileri yok. Sazlarıyla diyar diyar gezen aşıklara elveda dedik. Şimdiki aşıkların çoğu göstermelik. İnternet, çocuk oyunlarımızı; televizyon masallarımızı çaldı. Sivas'ta 10 yıl evvel yüz elli oyun derlemiştik. Bu yıl on tane derleyebildik! Yeni halk edebiyatı ürünlerinin öze bağlılığı konusu ise tartışılır. Bizim için en sevindirici olan ise hece vezninin hala kullanılması..."

Teknoloji'nin 'birdenbire' hayatımıza sokulduğu, doğrudur, çünkü onu biz icad etmedik. Ama bu birdenbirelik, çeşme başı manisi ile ilişkilendirilebilecek birşey midir? Teknoloji, nedir gerçekten? Kentte çeşme başı manisi söyleyecek kadar "zaman" var mıdır? Kentte çeşme var mıdır örneğin? Varsa bile çeşme, köyün bir sosyalleşme mekani olarak orada ise, kentte sosyalleşmenin, karşılaşmanın, örneğin "sevgiliye mesaj iletmenin" yolu çeşmeden mi geçer, yoksa yeni yerler mi icad edilmiştir? Ve bunun gerçekten teknoloji ile ilişkisi nedir? İnsanların, çoğunluklu zamanlarını "teknolojik olan" ile geçirmeleri midir sorun? İnternet, neden çocuk oyunlarımızı çalmış olsun, muhtemelen onların yerine, kendince daha basit, daha eğlenceli şeyler koymuştur ve bu tutmuştur.

Ben yukarıdaki itirazlarda, az önce belirttiğim gibi, "teknoloji" nedir ve neden "sözlü kültür"ün önündeki engeldir, bağlantıyı kuramadım. Tarihsel olarak söz, yazı ile bir ilişkiye girmiştir, bu doğru, ama Halk Edebiyatı da, o ilişkiye girmiştir. Örneğin "derleme" denen şey, "kayıt etmek ise", herhalde orada teknoloji vardır (teyp, plak vs gibi). Kaldı ki bu derlemeler ve bu tür kayıtlar, şu anda gerçekten aşırı önemlidir. Ama folklorun "yaşayan birşey" olduğunu iddia etmek ve onun teknoloji tarafından bir kenara atıldığını düşünmek, biraz fazla bize özgü gibi geliyor.

Konu, belki daha da dallandırılıp, budaklandırılabilir, ama ben, "aşık"ların, aşık atması gereken şeyin, çip, olduğunu düşünmüyorum. Ne yani, Yunus Emre zamanında herkes mi biliyordu, ilgileniyordu Yunus'un şiirleri ile? "Türkü Bar" diye bir rezilliği icat etmek gerekmiyordu mesela? Yukarıdaki şikayetlerin çoğu, o kafa karışıklığının eseri.

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 7

‘yukarı’ dedin

Bu yazıya ek olarak aradan geçen zaman içinde, "yeni türkiye" için yazılı kültürün pek de bir şey ifade etmediğini, sözlü kültürün yaşamak için yeterli olduğunu -ki bu doğrudur, söyleyebiliriz. En son açıklanan okuma yazma oranlarına bakıldığında, görebiliriz. Elbette zaman içinde bu oran düşecektir, düşmelidir. Fakat İstanbul gibi bir kentte, Ankara gibi bir başkentte okuma yazma bilmeyen oranı, insanı ürkütüyor.