Hikaye anlatımındaki tuhaflıklar

Birincil sekmeler

Modernleşmemizin ya da Aydınlanma serüvenimizin, sekteye uğraması, çoğu kez hikaye anlatımlarındaki tuhaflıkları da beraberinde getiriyor. Bunu bütün MEB müfredatında, üniversitede ve devletin ürettiği söylemi yeniden üretmek zorunda olan her kaynakta görebilirsiniz (göremiyorsanız gerçekten durumunuz vahim demektir).

Özellikle Bilim gibi Batı Modernleşmesinin ana temasını oluşturan bir konuda, bizim ortaya attığımız hikayenin, Batının kendisine anlattığından çok daha keskin hale gelmesi oldukça düşünürücüdür. Çünkü kaptırılmış ideallerimizin hepsini bulabildiğimiz yegâne yer olarak Bilim (ve Teknik) tarihi, yakıcı anıların, yenilgilerin, kaybedişlerin de tarihidir. Bir Batılılaşma maceramız var ve bu macera, Denizler Altında 20.000 Fersah kadar beklenmedik anlarla dolu ve hikaye anlatmanın verdiği bütün o zorluklarla birlikte düşünüldüğünde, hiç bir benzetme, gerçeğin yerini tutamıyor.

Böyle bir giriş yapıyorum çünkü bizde hayal kırıklığı ve baş ağrıları yaratan modernleşme serüvenimizin yeniden anlatılırken geldiği hali ve gerçek hayat içinde bunun işleyişini izlemek, görmek, anlatılan tarih ile, anlatılmayı bekleyen süreksizliklerle dolu tarihçiklerle düşüncelerim ve eylemlerim felce uğruyor.

Örneğin Celal Şengör'ün 1997 yılında yazdığı bir masalın bende böyle bir etki yarattığını, yaratabileceğini söyleyebilirim. Acı olan durumun, Şengör'ün bile -kaldı ki Batının modernleşme anlatısı son 30-40 yılda oldukça değişti- bize anlattığı hikayenin ancak 'bize göre' şartlarda bir anlamı olduğunu düşünüyorum ben. Çünkü Batı ne masalda görülebileceği gibi bir canavar ya da pehlivan, ne de tek bir kaynağa indirgenebilecek bir Umman. Fakat Şengör'ün her nedense, profesör ünvanı taşımasına rağmen ısrarla, anlattığı öykünün gerçekliğine kendini kaptırması da bir kenarda dursun.

"Aklın Vekili" isimli yazı, 1997 yılında yayınlanmış ve daha sonra bazı düzeltmelerle birlikte "Hasan Alî Yücel ve Türk Aydınlanması" isimli kitapta tekrar -yazarın dediğine göre çok fazla sevildiği ve ilgi çektiği için- yer almış (*).

Metin ya da masal ya da Şengör'ün adlandırdığı kadarı ile 'fantezi' 2500 yıl öncesinden bahsederek açılıyor ve günümüzde belirsiz bir zamana kadar geçen süreçte, iki "pehlivan"ın (burada muhtemelen doğu ve batı) savaşını anlatıyor. Bu metin hakkında, bir ton şey düşündüm, yazdım fakat gördüm ki bu kadar çocukça bir metne yaklaşmak o kadar da kolay değil. Metnin tamamı aşağıda yer alıyor. Ben bu "fantezi"nin Batı için bile fazla masalsı kaçtığını düşünüyorum. Hiç bir eli yüzü düzgün batılı bilim adamı ya da tarihçi, Batı ile Doğu'yu (ve onların Tarih anlatılarını) böyle anlatmayacaktır bize. Anlatamayacaktır çünkü Yunan'ın Mısır ve Hind, Arap'ın Yunan ile olan kültürel ve eleştirel ilişkisinin oturduğu gerçekleri gizlemek işine gelmeyecektir. Bilimsellik denen şey zaten buna engeldir, başlı başına.

AKLIN VEKİLİ

Bundan 2500 yıl önce Anadolu’nun batı kıyıları bugünkünden daha da girintili-çıkıntılıydı. Bugün artık olmayan girintilerden birini güneyden çeviren bir burnun ucundaki ufak ama hür şehirde yaşayan iki insan aklın ve duyguların –tüm eksiklik ve yanıltıcılıklarına rağmen – kendimiz ve içinde yaşadığımız evren hakkında bize en güvenilir bilgileri sağladığını keşfettiler. Bu keşifleri önce doğa bilimlerini, hemen arkasından da doğa bilimlerine dayanan insan uygarlığını doğurdu. Uygarlık giderek büyüdü ve uygarlaşmamış olan kültürleri bir bir yuttu. Ne Mısır’ın eskiliği, ne Hint’in zenginliği ne de Çin’in inzivası uygarlığı durdurabildi. Uygarlığa direnirim sananlar tarihin sahifelerinden bir bir döküldüler.

Osman’ın o muhteşem mirası uygarlıkla hep iç içeydi, ama onu yüzyıllar boyunca yok saydı. Ona muhtaç olduğunu fark ettiğinde artık iş işten geçmişti; tek dişli zannettiği canavarın marifetli bir pehlivan olduğunu gördüğünde sırtı çoktan yerdeydi. Osman’ın mirasçılarından sarı saçlı bir adam pehlivanın oyunlarını o talihsiz güreş olurken gözlemişti: Osman’ın dev mirası yerde bitkin yatarken o ufak-tefek adam doğruldu, iri pehlivanı yeni bir güreşe davet etti ve galip geldi. Pehlivanla el sıkıştılar, sarı saçlı adam Pehlivana oyunlarını nereden öğrendiğini sordu. Pehlivan döndü, Osman’ın ülkesindeki yeşil bir sahil ovasını işaret etti: “Bak!” dedi, sarı saçlı adama, “benim bildiklerimi öğretenler bir zamanlar orada yaşıyorlardı. Ben onların kitaplarını okudum. Senin ataların oraları hep fethettiydi. Siz onları okumadınız mı?”

Sarı saçlı adam o kitapları Osman’ın mirasçılarının da okumaları gerektiğini anladı. Ancak ömrü yeşil ovaya varmaya yetmedi. Arkasından gelenlerden iri kaşlı güzel gözlü bir genç sarı saçlı liderin arayışını sürdürdü. Eskiden deniz olan yeşil ovada yaşamış bilgelerin kitaplarını arattırdı, bulabildiklerini Osman’ın mirasçılarının diline çevirttirdi. Onlara o kitapları okuyabilecekleri okullar, üniversiteler, öğrendiklerini uygulayabilecekleri enstitüler, konservatuarlar yaptırdı, bunları anlayabilecekleri kongreler düzenledi, öğrendiklerini ve bulduklarını başkalarına yazabilecekleri dergiler, ansiklopediler bastırdı. Böylece Osman’ın mirasçıları, sarı saçlı adamın hayal ettiği gibi pehlivanlar olmaya başladılar.

Ancak yüzü batıdaki yeşil ovaya dönük heyecanla çalışan iri kaşlı ve güzel gözlü adam, doğudan gelen tehlikeyi göremedi. Sırtındaki hançerin sızısını hissettiği zaman iş işten çoktan geçmişti. Cansız vücudu yüzükoyun sarı saçlı liderin mezarının dibine düştü. Hançeri tutan pençe, onun atölyesini de dağıtmaya yeltendi, bir kısmını yok etti. Ancak hepsini yok edemeden sarı saçlı adamın pehlivanları yetiştiler, onu gırtlağından yakaladılar, çirkin salyaları o kutsal mezarların üzerine damlayamadan kenara fırlatıp attılar. Genç pehlivanlar niteliklerini tam anlayamasalar bile, eserlerin kıymetini biliyorlardı. Ancak en gençleri sarı saçlı liderin dışındaki mezarda kimin yattığını bilmiyordu- kendisine öğretmemişlerdi.

O gece rüyasında, eskiden deniz olan zümrüt ovayı eski haliyle gördü. Denizin kenarındaki küçük şehirden iki bilge çıktı, onun elinden tuttular, içinde kimin olduğunu bilmediği mezarın başına getirdiler. “Burada” dediler. “Aklın vekili yatıyor. Senin neslinin uygar insanlardan oluşabilmesi için o bir ömür tüketti Sarı saçlı lideri en iyi anlayan oydu. Sen iyi bir pehlivan olmak istiyorsan, onun yolunu ara, bul. Çünkü senin ülkende ondan beri bizi kimse tanımıyor.”

Celal Şengör Cumhuriyet Bilim Teknik sayı:562 27 Aralık 1997

Ben bugün buradan Celal Şengör'e açık olarak soruyorum, neden Principia Mathematica hala çevrilmemiştir? Neden Elements piyasada yoktur? Neden TÜBİTAK -görevi olmasına rağmen- Batı Bilim Tarihi Anlatısı'nın en önemli, çığır açan kitaplarını ellişer bin ya da yüzer bin adet basıp, 5 TL'den üniversitelere dağıtmaz? Bunun için kadro mu, para mı yoksa niyet mi yoktur? Ayrıca aynı sayfada MEB'in 1947'de çevirmeyi planladığı eserlerin tam bir listesini de bulabilirsiniz.

Listede Principia Mathematica yok. O olmadığı gibi Bertrand Russell ve Whitehead'in birlikte yazdıkları o devasa Principia Mathematica da yok. Eğer olsa idi, bugün, ancak 1. cildinin 379.uncu sayfasında şu cümleye rastlayabileceğimiz bir eser hakkında dilimiz olabilirdi:

"From this proposition it will follow, when arithmetical addition has been defined, that 1+1=2."

Evet, Batı, ama hangi Batı? Hayali, marifetli Pehlivan mı, yoksa 1+1 = 2 diyebilmek için 379 sayfa karalayan, çizen, öneren, yazan, kafa patlatan Batı mı?

(*)

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 9

‘yukarı’ dedin

Çok fazla sevildiği ve ilgi çektiği yer almış ha... Şengör'ün zaten masal olan şeyleri anlatmak için ayrıca niçin masal formunu seçtiğini anlamıyorum. Üstelik, makale olarak ortaya çıkması durumunda bir ihtimal sahip olabileceği ironik estetiği, böyle simge kusmuklarıyla tamamen ortadan kaldırmış. Yok pehlivan, yok yeşil ova. Ben de hangi şairleri okuduğunu sormak istiyorum Şengör'e.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 13

‘yukarı’ dedin

Behçet Kemal Çağlar'ı tek . Ama Şengör'ün o proaktif, fıldır fıldır gözlerinin, enerjisinin altında yatan şey hakkında şöyle de veciz bir söyleşisi oldu ;

Orhan Bursalı’nın sizle ilgili bir lafı var; diyor ki “Celal hoca bilimde dünya çapında müthiştir ama sosyal ve siyasi konularda saçmalar.”

Ne bekliyorsun ki Orhan’dan, adam bir Marksist. Ben de diyorum ki Marx’ın dedikleri zırvadır. Orhan’ı çok severim ama biz hep bu yüzden birbirimize gireriz onunla. Bacağı kesmek şart olunca...

Memleketin entelektüel hayatına yön veren insanların, bu muhabbeti gerçekten doyulmaz bir şey! Işın kılıcı ile şaka yapmak gibi! Şengör'ü bir kez İTÜ'de dinledim ben, konu coğrafi keşiflerdi. Bol bol haritali, malumatlı güzel bir konuşma yapmıştı. Fakat 'na geçtiğimizden beri o da evrim geçirmiş bir "bilim adamı" modeli sunuyor bize. Ama sosyal ve edebi konularda zırvaladığını söylemek mümkün, o yazdığı şey üzerinden. Ama o pozitivizm, o "nesnel bilgi, öznel bilgiyi döver, bilimsel bilgi, böyle yanlışlanabilir, hakikate giden yolda bir duraktır" diye söylediği o pozitivist dua, sanıyorum artık pek bir işe yaramıyor..

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 28

‘yukarı’ dedin

"Çok geniş bir çevre tarafından beğenilen bu kısa fanteziyi, bu kitabın giriş bölümlerinden esas bölümlerinde okuyucuya bir ferahlama durağı olarak kullanmanın uygun olacağını düşündüm. Fantezi ilk yayınlandığı yerde Hasan-Ali Yücel'in aziz hatırasına ithaf edilmiştir." sayfa 32.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 24

‘yukarı’ dedin

şengör uygarlık derken, adeta göstergeden çok göstergecilik yapıyor. Ardışık üç cümlede uygarlık, uygarlığı, uygarlığa. Göstergenin otoritesinin her yeni cümleden gücünü artırarak çıkması tabii şengör'ün dili kullanma ustalığından falan değil, kendi özniteliğinden ileri geliyor. Daha açıkçası ben kafasındaki uygarlık kavramının, şengör'ü o cümleleri öyle peş peşe sıralamaya ittiğine inanıyorum.

Geniş kesimin beğenmesi de bundan bağımsız değil. Antoloji.com'un bir en iyi şiiri vardı, çukurovam gibi bişeydi. Yorum yazıp takdirlerini sunanlar da genelde Adanalıydı. Yani adamın bu bayağılığı beğenmesi için orda sarı saçlı adamın galip geldiğini görmesi yeterli. Gösteren razı, gösterilen razı.

Bir de masal mı ithaf ediliyor, masalın anlattığı mı ithaf ediliyor anlamış değilim.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 22

‘yukarı’ dedin

kendisini geçen gün yine televizyonda gördüm. siyasi anlamda bu kadar kafası karışık bir biliminsanı yetiştirmek de bize nasip olmuş. hem asker ile ilişkisini "önümü iliklerim ayağa kalkarım" tarzına kadar düşür, hem de ülkede bilim-kurumu olmamasından yakın! kafası karışık modern bu olsa gerek..