EDEBİYAT EĞİTİMİ: “BAK KUŞ” EĞİTİMİ

Birincil sekmeler

- “Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?” - Önder Devrim AKSAKAL. Varlık, Kasım 2007'de yayınlanmıştır, Ömer Devrim Aksakal'ın izni ile burada yer almaktadır.

1.Giriş

[toc hidden:1]

Varlık, Kasım 2007'de yayınlanmıştır, Ömer Devrim Aksakal'ın izni ile burada yer almaktadır. [toc list:ol; minlevel: 1; maxlevel: 6; attachments: 0]

1.Giriş

Okurun okuma eylemi öncelikle dil ve edebiyat eğitimi sırasında biçimlendirilir. Edebiyat eğitimi, akademik çalışmalar, araştırmalar, eleştiriler yazınsal iletişimi biçimlendirme amaçlıdır. Bunun için yazınsal iletişim oluğunun sahiplerince açılan başka bir oluk kullanılır. Amaç yazınsal metinlere ortak bir yorum getirmek ve okurda yazınsal metni satın alma davranışı yaratmaktır. Yazınsal metinleri, ortak toplumsal kodlara ve davranışlara dönüştürmektir. Saf okuru yaratmaktır. Metni onun dediği biçimde anlayan bir okur üretmektir. Okulda bir metnin anlamı her zaman öğretmenin, öğretim görevlisinin söylediği anlamdır.

Edebiyat eğitimi göstergelerin anlamı üzerine bir eğitim değildir. Terry Eagleton, edebiyat çalışmalarının gösterilen üzerine değil, gösteren üzerine olduğunu söyler. Edebiyat eğitimi de böyledir. Edebiyat eğitiminde bir yazınsal metnin uyakları, ses özellikleri, ölçüsü, biçim özellikleri üzerinde durulur çoğunlukla. Bu tür bir eğitim metnin gösterilenini (olası anlamlarını) saklar. Bu okurun göstergenin anlamı üzerine yoğunlaşmasını önler. Edebiyat eğitimi aslında “Bak Kuş” eğitimidir. Bireyi yaşamdan, doğaldan koparır. Birey, edebiyat eğitimiyle göstergelerin anlamı üzerine yapılan savaşı kaybeder, boyun sunmaya hazır hâle gelir. Öğrenciler, okullarda her gün “Bak kuş!” diye hançerlenir.

Bu bölüm için en uygun metin Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiiridir.

MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI

Buraya bakın, burada bu kara mermerin altında Bir teneffüs daha yaşasaydı Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu: — Maveraünnehir nereye dökülür? En arka sıradan bir parmağın tek ve doğru karşılığı: — Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine! dir

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor Bir yazma bağlayan eski eskici baba yazmıştır: Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları, zakkumlarla örmüşlerdir bu şiiri: Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

Çok açık ki bu şiir edebiyat eğitiminde yer alamaz. Çünkü şairin göstergelere verdiği anlam başkadır. Şiir, yukarıda sözünü ettiğimiz kodlardan kurtulma şiiridir. Şair, anlamı gizleyen örtüleri kaldırmıştır. Oysa Ece Ayhan Türk şiirinin en anlaşılmaz şairi seçilmiştir. Ece Ayhan sözlükleri yapılmıştır.

Ece Ayhan’ı anlamamak edebiyat eğitiminin bir sonucudur. Çünkü edebiyat eğitimi ortak ve yanlış sorularla “Bak Kuş” eğitimiyle algımızı değiştirmektedir. Doğal öğrenme yapımızı bozmaktadır.

Edebiyat eğitiminin ortak ve yanlış soruları şunlardır:

a. Şair burada ne anlatmak istiyor?

Şairi aşağılayan bir sorudur. Bu soruyla şairin “söylemek istediklerini söyleyemeyen bir kişi” olduğu bilinci yayılır. Şairlerin sözü anlaşılmaz. Öğrencinin şiirin göstergelerini anlamaya çalışması gerekmez. Çünkü şair her zaman öğretmenin söylediğini anlatmak ister.

Edebiyat eğitimi sürecinde öğrencinin yorumu önemli değildir. Edebiyat öğrencisi yazınsal metinle ilgili duygu oluşturmaz, düşünmez, kendi yaşamına, yaşadığı topluma ilişkin değerlendirmeler yapmaz. Okur önemsizdir, metnin karşısında güçsüzdür. Bu durum, yazınsal iletişimde okuru ve okuma eylemini değersizleştirir; iletişimi tek yönlü iletime dönüştürür.

b. Şiirin biçimsel özellikleri nelerdir?

“ Bak Kuş!” eğitiminin en önemli sorusudur. Öğrenciyi göstergelerin anlamından uzaklaştırma yöntemidir. Gösterenlerin özellikleri, türleri, yerleri vb. çalışmaları içerir. Bunların anlam işlevleri üzerinde durulmaz.

Edebiyat eğitiminde yazınsal metinler zevk ve anlam öğesinden çok dil, anlatım, tür, dönem, tarih, teknik gibi öğeleri içeren yapı niteliğinde bir bilgi yığınıdır. Sanki yazınsal metinleri bu öğeleri merak ettiğimiz için okuruz. Yani bir şiiri uyaklarını, ölçüsünü vb. bulayım diye mi okuruz? Bir şair, biz şiirin yapısını bulalım diye mi şiir yazar? Bir şiir, bir roman asla bize işleyememelidir. Edebiyat eğitimiyle sağlanan “yazınsal iletişim yapısı” budur. Oysa bir yazınsal metin kişinin kendisiyle ilgili bir değerlendirmedir.

Edebiyat eğitiminin en önemli amacı, “Edebiyat değişmeyen bilgiler içerir. Edebiyat bilgidir.” algısını yaratmaktır. Bilgi, bilgiyi yayan yeniden üreten bir iktidar oluşturur. Terry Eagleton edebiyatı ve edebiyat eğitimini yöneten kişiler için “söylem koruyucuları” kavramını kullanır. “Bunların görevleri gerektiğinde bu söylemi korumak, geliştirmek, genişletmek ve başka söylem biçimine karşı onu savunmak, yeni gelenleri bu söyleme dahil etmek, yeni gelenlerin bu işi başarıp başarmadıklarına karar vermektir.” Eğitim süresince öğretim görevlilerince yazınsal metinlerin belirlenen ya da kabul edilen yorumları edebiyat öğrencisine yedirilir: “Nâzım Hikmet aşk şairi, Ece Ayhan anlaşılmaz.”

Öğrenciler edebiyat eğitimi sürecinde okumadıkları kitaplar üzerine kendilerinin üretmediği bilgileri ezberler dururlar. Sınavlarda bu bilgileri öğretmenlere sunar ve sınıflarını geçerler. Bu süreç edebiyat öğrencisinin “papağanlaşma” sürecidir. Öğrencinin sınav için bu bilgileri ezberlemesi gerekir. Papağan söylediği sözün anlamını bilmez. Öğrenci de öyle.

Edebiyat eğitiminin yazınsal iletişime biçim verdiği yapı budur. Yazınsal iletişim diye bir şeyin olmadığı öğrencilerin kafasına çakılır. Öğrenciler bir odaya kapatılır, pencereler boyatılır. Tabiattan devlet dersine kaldırılır. Onlara ortak ve yanlış sorular sorulur.

Edebiyat eğitimi, okuma eyleminin gereksizliğini yayar: “Bunlar anlamsız şeyler, okumadan da yaşayabiliriz.” Hakkını vermek gerekir okuma ile ilgili en acıklı öğütler edebiyat eğitiminde verilir. Tabii buradaki okuma göstergesi “okuldan mezun olma” anlamındadır. Öğütler de öğrencinin okumadığında başına gelecekleri vurgulayan tehditlerdir.

Edebiyat eğitiminin amacı kişiyi okumadan uzaklaştırmak, soğutmaktır. Okurdan beklenen tabelaları, reklam afişlerini, televizyon reklamlarındaki yönergeleri algılayabilmesi ve gereğini yerine getirmesidir. Yorumlayabilmesi, çözümleyebilmesi gerekmemektedir.

c. Bu metinden çıkarılması gereken ders nedir?

Çocukların yazınsal metinlerle karşılaşmaları ders verme, öğütleme, bir kuralı ya da bir değer yargısını öğrenme düzeyindedir. Yazınsal nitelikli olmayan bu metinler şiir, öykü vb. diye sunulur. Bu metinlerle okumanın “tek yönlü bir iletim” olduğu zehri içirilir. Edebiyat metinleri bize ders veren, bizi bilgilendiren, bize nasıl davranacağımızı, hangi duyguları yaşayacağımızı, ne zaman güleceğimizi, ne zaman ağlayacağımızı bildiren bir talimat, yönerge biçiminde tek anlamlı metinlerdir.

Okuma eylemi öznenin gönüllü nesne olma, başkası için var olma sürecinde en etkin kullanılan eylemlerden biridir. Eğitim de buna göre yapılandırılmıştır. Tek yönlü iletim otoritenin varlığını sürdürmesinin en önemli koşuludur. “Varlığım başkasının varlığına armağan olsun!”

Edebiyat eğitiminde göstergeler tek vurguludur. Bu vurgu egemenlerin göstergeye verdiği saptırılmış, çarpıtılmış anlamın vurgusudur. Anlamların saptırılması “ortak ve yanlış sorularla” sağlanır. Yapıca medyayla sağlanan tek yönlü toplumsal iletimle aynıdır. Öğrenciler okullarda, gelecekteki yaşamlarında, karşılaşacakları tek yönlü iletim ilişkisine hazırlanırlar. Okullarda iktidarda olanın gerçekliği içirilir.

Oysa okuma, göstergelerin çok vurgululuğunu görebilmedir. Kişinin özgürleşebilmesini, özne olabilmesini sağlayabilecek tek eylemdir. Teryy Eagleton edebiyat öğrencilerine birkaç yıl hiçbir şey yapmadan yalnızca okuyup tartışmalarına izin verildiğinde kendilerine iletilen değerleri ve otoriteyi sorgulamaya başlayacaklarını söyler.

2. “Meçhul Öğrenci Anıtı” Şiiriyle İletişim

Ece Ayhan bu şiirde yazınsal iletişimin kodlarını kendisi belirlemiştir. Egemenlerin göstergelere yüklediği anlamlardan kurtulmuştur. Başka bir deyişle, “önmetin”den sıyrılmıştır. Şair, göstergeleri okur için temizlemiş, soymuştur. Yukarıda sözüne ettiğimiz “göstergelerin tek vurgululuğu” bu şiirde tepetaklak edilmiştir. Şair, şiiri iletişime olanaklı kılmıştır. “Devlet dersinde öldürülmüştür” gibi her türlü engelleyici anlamları yırtıp ak pak olmuş bir söz neden anlaşılmaz olsun?

Okurun metinle iletişime geçebilmesi şiirdeki göstergelerin kodunu çözmesine bağlıdır. Söylem koruyucuları da yazınsal iletişime “gürültü” yapmaktadırlar. Söylem koruyucularına göre Ece Ayhan İkinci Yeni şairleri gibi anlamı önemsemeyen, özel dili olan, bireyci bir şiir yazmıştır. Meçhul Öğrenci Anıtı içinse bu şiirde şairin okurla iletişime geçmeye çalıştığı söylenir. Ama yine de Ece Ayhan anlaşılmaz bir şairidir. Oysa bu şiir açıktır. Şiirdeki kişiler tarihsel, toplumsal niteliklidir.

Göstergelerin egemen anlamları ve çağrışımları okurun bu şiiri anlamlandırmasını engellemektedir. Metni anlaşılmaz kılan “eğitim, okul, devlet” gibi kavramlardan ne anladığımızdır. Zorunlu eğitime, eğitimin gerekliliğine inanan bizler “orta ikiden ayrılmayı” cahil kalmak, ehliyet alamamak vb. anlarız.

O hâlde şiirdeki göstergelerin iklimini belirlememiz gerekir. Elbette göstergelerin anlamları “benim” bağlamımda oluşacak. Yaşantım, deneyimlerim, okuduklarım, duyduklarım, gördüklerim vb. kanallarla edindiğim birikimim ve amacım etkili olacak. Ama şiirdeki göstergeleri şair gibi egemen anlam ve çağrışımlardan (kodlamalardan) uzak değerler vererek anlamlandırmaya çalışacağım. Bu, göstergelerin egemen anlamlarıyla savaşmayı gerektiriyor.

Amacım şiiri yorumlayarak öldürmek değil. Şiiri belli bir söylemin koruyuculuğuna almak hiç değil. Yalnızca, şiirdeki göstergelerin anlam evreni üzerine konuşmaktır.

3. Şiirin Göstergeler Evreni

“Bir teneffüs daha yaşasaydı”

Okuldan paydosta çıkan öğrenciyle, cezaevinden çıkan mahkûm kadar birbirine benzeyen başka iki şey yoktur. Teneffüste bahçeye çıkan çocuklar neden çıldırmış gibi bağırır? Teneffüs, okulda boğulmamak içindir. Esas teneffüs okul dışıdır. İvan Illich’i izlersek “okulsuz yaşam”dır.

Özgürlük en güzel teneffüstür. Ama hep okul kapılarında bırakılır. Bazıları özgürlüğü avuçlayarak cebine doldurur, okula sokmak ister. “Çıkar ellerini cebinden!” sözü söylenir onlar için.

“Duyduk ki Kuş getirmek sınıfa İntihar olmuş cezası Hâl ve gidiş tüzüğünde biz kuşları tutmuyoruz ki Kapıda koyveriyoruz Dönüp onlar cebimize giriyorlar N’apalım?” Ece Ayhan, Zambaklı Padişah

Açıkçası, ben hayatta ne öğrendimse okuldan kaçtığım, uzak durduğum zamanlarda öğrendim.

“Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk”

Bu çocuklar orta ikiden ayrılmış çocuklardır. Orta ikiden ayrılmış çocuklar iyidir. Kuş olmayı düşlerler. Kuş oluncaya kadar, en arka sırada otururlar, yılsonu müsamerelerine çıkarılmazlar.

Esas sorun kendisine sürekli ortak ve yanlış sorular sorulan, oyuncakları olduğuna inandırılmış çocuklardır. Bunlar hayal kurmazlar ya da hayal güçleri zayıftır. Deneyimsizdirler. Rahatsızdırlar. Düşünceye karşı kendilerini koruyamazlar, savunamazlar. Özgün değildirler. Biricik değildirler. Sürüdürler. Soru soramazlar ya da soru sormazlar. Duyarlı değildirler. Açık görüşlü değillerdir. Sorunlar karşısında çaresizdirler. Risk alamazlar. Estetik duyguları zayıftır. Özeleştiri yapamazlar. Geleneklere bağlıdırlar. Kendilerini denetleyemezler, başkası tarafından denetlenmeye muhtaçtırlar. Coşkusuzdurlar. Bazen son bir çabayla coşku kırıntıları yaşayabilirler. Ama bu uzun sürmez. Kursakları doludur. Soldurulmuşlardır.

“En arka sıra” En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar Yalnız Orta Doğu'da el altında satılan bir atlas Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz Ece Ayhan, Açık Atlas

Ece Ayhan’ın “Yılsonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz?” dizesindeki sorusunun karşılığı bellidir: En arka sırada oturanlar.

Okul eşitsizliğin kalesidir. Çocukları iyi kötü ayırarak çocuklara böyle bir dünya algısı sunar. Çocuklar eşit doğmazlar. Eşit olanaklara sahip değildirler. Nesne eksikliği, gözlem yetersizlikleri, olay azlığı gibi etkenler çocuğun gelişimini etkiler.

Okulun öğrenciyi nesneleştirmede oluşturduğu en temel inançlardan biri “Beş parmağın beşi de bir değildir.” inancıdır. Öğrencileri seçerek, nasıl bir toplumda yaşayacakları, bu toplumda nesneleşmiş halleriyle nasıl davranacaklarını sunmaktadır. “Eşitliğin olmadığı” kavrayışı, okulda yapılan uygulamalarla, alıştırmalarla çocuğa sunulur. Çocuğun da bu durumu kabul etmekten başka çaresinin olmadığı, hatta buna gönüllü katılması gerektiği de içselleştirilerek öğretilir.

Okul iyilerin ve kötülerin bulunduğu bir yapıdır. Kötüler genellikle öğrencilerdir. Okuldaki iyiler okul yöneticileri, öğretmenler ve uyumlu “çalışkan”, öğretmenlerin her dediğini yapan öğrencilerdir. Kötülerse “tembel”, “serseri” öğrencilerdir. Okul, bu iki öğrenci grubunu birbirinden ayırarak önemli bir işlevi yerine getirir. En arka sıradakiler orta ikiden ayrılabilir.

“Devlet dersi”

“Devlet dersi” göstergesini İrfan Erdoğan’dan izleyelim. Okul adaletsizliğin, haksızlığın, üçkâğıtçılığın, uyma ve uymamanın getirdiği sonuçların, egemen bir güce boyun sunmanın, kendinden olanla dayanışma yerine rekabetin, kendinden üstte olana boyun sunma ve altta olanı küçümsemenin, ezme ve ezilmenin, mitlerin ve bu mitlere kendini adamanın, siyasal bağnazlıkların ve ekonomik cehaletin, başkaldırmanın ve bunun nelere gebe olduğunun öğretildiği ve benimsetildiği yerdir.

“Öğretmen”

Devlet dersini yapan öğretmendir. Çocuklara ortak ve yanlış soruları soran da odur. Çocukları oyuncakları olduklarına inandıran da.

Öğretmenler öğretmenlik mesleğinin küçük insanlar karşısında yarattığı gücün sağladığı baş döndürücü kişilik gerçekleştirme olanaklarına sahiptirler. Öğretmen dört duvar içinde kıstırılmış küçük insanları düzenin istediği insanlar hâline getirir. Öğretmen çocuğun özgürlüğünü, yaratıcılığını, benliğini yok etmek için seçilmiş ve bunu yapması için eğitilmiş kişidir. Öğrenci okula gelmeye zorunludur. Okula geç kalır; yetişkin yaşamında işine geç kalmamayı öğrenir. Öğretmen öğrencinin okuldaki, sınıftaki davranışlarını sürekli kontrol eder, öğrenciye ne yapması gerektiğini söyler; onu azarlar, tek tip giyim konusunda zorlar, saçı, üstü başı, yüzü, bakışı, yürüyüşü, oturuşu, kalkışı ve dil kullanımlarına istenilen biçimi verir.

Bu süreç insanı doğal yapısından koparma ezenin gerçekliğini kabul ettirme, içselleştirme sürecidir. Eğitim insan avıdır. Okul ve okulun bütün araçları bu av için kurulmuş bir tuzaktır. Uyumlu, düşünmeyen, farklı olmayan, sürüleşmiş, ezenin nesnesi olmaktan mutlu insanlar üretilir bu süreçte. İnsanın doğallığından kopartıldığı bu süreçte istenilen insan tipi yaratmak için bir alıştırma dönemidir. Çocuk eğitim süresince başkası için varlık olma alıştırmaları yapar ve bunu içselleştirir. Bağırma, azarlama, aşağılama gibi eylem karşısında boyun eğmeyi bu süreçte öğrenir. Hiçbir şey olmadığını, hiçbir şey bilmediğini, birileri yap dediğinde yapmayı; yapma dediğinde yapmamayı, itaat etmeyi, otoriteye boyun eğmeyi, bencil olmayı, paylaşmamayı, dayanışmamayı, işbirliği içinde olmamayı, hırslı olmayı, yaşamda tutunabilmek için her yolun mübah olduğunu, beş parmağın beşinin bir olmadığını, kadere karşı gelinmeyeceğini, böyle gelip böyle gideceğini, insanın güçsüz olduğunu, adaletin herkese eşit uygulanamayacağını vb. bu süreçte öğrenir ve güdülmek için hazır hale gelir.

Öğretmenler çocukları birbirleriyle yarıştırırlar. Onları korkuturlar. Kötü bir gelecek tablosu çizerler. Eğitimi kazananların ve kaybedenlerin olduğu bir yapı olarak gösterirler. Gerçekte kazananlar uyumlu, her denileni yapan, “çalışkan” dedikleri çocuklardan çıkar. Bunlar için kazanmak, egemenlerin istediği toplumsal düzende, eğitimle oluşturulan bu kişilik yapılarıyla toplumsal sınıflamada üst sıralarda yer almaktır. Kaybedenlerse onları yalnız kendileri bilir, kimse tanımaz onları.

Öğretmenler, öğrencilerin öğrendiklerinin yaşamla bağını kurmazlar; öğrenmenin yararına ilişkin değerlendirme yapmazlar. Öğrenciye öğrenme süreciyle yani neyi, niçin, nasıl öğreneceklerine ve öğreneceklerinin ne işe yarayacağına ilişkin bilgi vermezler; çünkü öğrencilerin çevresini görmesini istemezler.

Ülkemizdeki eğitimde, okulun yapısında, okul yönetiminde, idareci, öğretmen, öğrenci, veli ilişkilerinde, öğrenme ortamlarında ve bu ortamların kullanımında despotik davranış vardır. Okul despotik davranışla yükselir. Öğretmenler kendilerini her şeyi gören, bilen mutlak varlık olarak görürler. Öğrencinin karşısına her zaman Tanrı gibi çıkarlar. Her şeyi bilendir onlar. Takdir eden, cezalandıran, affeden ve öğretendir onlar. Onlar tek kitaplı (ders kitabı) insanlardır.

Öğretmenler, düzeni, yanlışı sürekli kılan insanlardır. Ama çoğu bunun farkında bile değildir. Ama daha özgür bir eğitim ve toplum için onlardan başka kim mücadele edebilir?

Ece Ayhan’dan izleyelim.

29 Eylül 1975 Pazar

En ilerici öğretmenin bile yarısı gölgedir, yarısı düzenle; ne dese ne yapsa böyledir bu, ister istemez; bunu aşabileceklerini de sanmam; hele çocuğu sınıfta bırakan, bir çocuğu bile sınıfta bırakmış öğretmende daha da belirgindir bu. Çocuk bu düzende sınıfta bırakılmaz ki! Öğretmen çocuğu sınıfta bırakırsa bırakıyorsa düpedüz olmuş bile değildir… Öğretmenin yolu gözlenir Anadolu’da. Hiç düşünüldü mü çocuğu ölçmeye ne hakkı var? Ece Ayhan, Yeni Defterler

Öğretmenin çocuğu ölçmeye ne hakkı var? Eğitimle ilgili her kuram, kurum ve kişi kendini değerlendirmeye bu sorudan başlamalı. Çocuk neden ölçülür?

4. “Maveraünnehir nereye dökülür?”

Yazınsal iletişimi biçimlendiren yazarın bilincinin nasıl, hangi koşullarda oluştuğu; metnin hangi kanallarla, hangi amaçla sunulduğu; okurun hangi bilinçle, hangi amaçlarla, hangi koşullarda metni anlamlandırdığıdır. Yazınsal iletişimin hangi koşullarda gerçekleştiğini gösteren en güzel anlatım Ece Ayhan’ın “Maveraünnehir nereye dökülür?” sorusudur. Edebiyat eğitiminin de dahil olduğu eğitim uygulamaları göstergelerin anlamını değiştirme eğitimidir. Eğitimle bireye göstergelerin “istenen anlamları” yüklenir. “İstendik davranışlar” sergileyen insanlar üretilir. Eğitim, “olmayan bir nehrin var olduğuna inandırma”dır. Yanlış sorularla bireyin doğal algısını yok etme, bireyi “soldurma” işidir. Ama en arka sırada oturanlar direnç gösterebilir:

En arka sıradan bir parmağın tek ve doğru karşılığı:

— Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine! dir Edebiyat eğitimiyle yazınsal iletişimin sağlanması mümkün mü? Aşağıdaki durumlarda yazınsal iletişimin gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor.

1. Metinlere göstergelerin egemen anlamlarıyla baktığımız sürece yazınsal iletişim mümkün değildir.

2. Edebiyat eğitiminin ve edebiyatla ilgili üretimin biçimlendirdiği “Bak Kuş” yaklaşımıyla da iletişim mümkün değildir.

Hem yazınsal söz hem yazınsal sözün iletişim değeri, ancak göstergelerin kodlarını değiştirdiğimizde, bizi yöneten, nesneleştiren anlamlardan kurtuldukça var olabilir.

Efendiler! Eşekler susabilirler Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi? Ece Ayhan, Açık Atlas

--------------------------------------------------- Notlar:

İrfan Erdoğan, İletişim Egemenlik Mücadeleye Giriş

Ece Ayhan, 3 Temmuz 1975’te şöyle bir not düşmüş: Beykoz Ziya Ünsal Ortaokulu oğlum Ege için düşündüğüm. “Tabiat Bilgisi’nde omurgalılardan bile sayılmazsınız.” Ece Ayhan, Yeni Defterler

Yorumlar

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 21

‘yukarı’ dedin

Ben Türkçe Öğretmenliği 3. Sınıf öğrencisiyim.Edebiyat Eğitimi:Bak Euş Eğtimi yazınızdaki tespitleri çok beğendim.Edebiyat metinleri işlenirken yapılan hatalardan bahsetmişssiniz .Biz bir metni işlerken bahsettiğiniz hataları yapıyoruz, 'Yazara göre parçada ne anlatılmak isteniyor?' sorsunu kullanıyoruz.Bu tarz soruları kullanmadan bir edebiayt metnini nasıl işleyebiliriz? Bir metni doğru bir şekilde nasıl ianlamlandırabiiriz, kavratabiliriz?Bu sorumu cevaplamanızı temenni ediyorum.Teşekkür ederim.Tuğba Emirhan

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 27

‘yukarı’ dedin

selamlar

Türkçe edebiyat eğitimi ilk öğretim içinde neye dayalı ki? Milli Edebiyat değil mi? Bizim zamanımızda (yani bundan 15 yıl önce) ne Ece Ayhan, ne Nazım Hikmet, ne de İkinci Yeni edebiyat derslerinde vardı. Şimdi durum değişti mi bilmiyorum. Herhalde değişmiştir.

Ama sanıyorum ilk ve orta öğretim müfredatı, edebiyat ile öğrenci arasındaki ilişkiyi hala imkansız düzeyinde tutuyor. Zaten de bunu gösteriyor, o çocuklar ne kitap okuyorlar, ne de dergi izliyorlar. Dizi izliyorlar muhtemelen.

Bunca cahili, ancak milli eğitim ile yaratabilirdik Tugba Hanım. Eh, o da oldu. Bravo.

Çok iyi!
O kadar iyi değil!

Puanlar: 48

‘yukarı’ dedin

Çocukların her biri gazetelerden 10'ar kelime keserek sınıfa getirir,sonra bu kelimeleri bir araya getirerek şiir yapmaya çalışırlar,bu arada ortalık karışacak gürültü olacaktır ama neticede çocuklar kendi yaptıkları şiirlere inanamayacaklar hatta teneffüse çıkmayı dahi unutacaklardır